Halide Edip Adıvar
 

Halide Edip Adıvar Hakkında


Halide Edip Adıvar

Halide Edip Adıvar

Bundan 45 yıl önce 9 Ocak 1964 tarihinde vefat eden Halide Edip Adıvar`ın 82 yıllık hayatı, romanlarında olduğu gibi mücadelelerle dolu geçti.

2. Meşrutiyet`in ilanıyla yazarlığa başlayan Halide Edip, gerek kadın hakları savunuculuğu, gerekse işgal günlerinde savunduğu mücadele fikriyle zor günlerin kahramanca mücadele veren aydınları arasında yerini aldı.

İstanbul`un 16 Mart 1920`de işgali üzerine milli mücadeleye katılmak üzere eşi Adnan Adıvar`la birlikte Anadolu`ya geçen Halide Edip, Geyve`de Yunus Nadi ile buluştu. Akhisar tren istasyonunda verilen mola sırasında bu iki aydın, “İstiklal mücadelesinin bütün dünyaya duyurulması“ amacıyla “Ankara`ya gider gitmez bir ajans teşkilatı“ kurulmasını görüştüler. Yunus Nadi ve Halide Edip, ajansın adını konuşurlarken; “Türk,“ “Ankara,“ “Anadolu“ seçenekleri arasından “Anadolu Ajansı“ adında birleştiler.

Kafile 5 Nisanda Ankara`ya ulaştığında Yunus Nadi`nin ifadesiyle Mustafa Kemal Paşa`nın karargahında ajansın kurulması gündeme getirildi ve 6 Nisan 1920`de Anadolu Ajansı kuruldu.

MİLLİ MÜCADELE RUHU

Kurtuluş savaşı yıllarını anlatan romanlarıyla tanınan Halide Edip, 1. Dünya Savaşı sonrası ülkenin işgaline karşı gerçekleştirilen ve 200 bin kişinin katıldığı ünlü “Sultanahmet Mitingi“ndeki halka seslenişiyle de zihinlerde yer etti.

Halide Edip`in dönemin genç şairleri arasında en çok beğendiği isim olan Yahya Kemal Beyatlı, “Sultanahmet Mitingi“nde Halide Edip`in kürsüdeki halini “O meydanda, o topluluk, o siyah bayraklar, o siyahlar giyinmiş ızdırap timsali ve onun canlı sesi İstanbulluların kalbinde son hatıra gibi nakşedilmiş duruyordu“ diye anlatır.

Halide Edip kürsüye geldiğinde Sultanahmet minarelerinde sala okunmaya başlamıştı. O günün tanıklarından Nizamettin Nazif de anılarında o günü şöyle anlatıyor:

“Halide Edip kürsüde iken birden yanık bir sala okunmaya başladı. O koca meydan ürperiverdi. Ve büyük Halidemiz, siyah çarşafı içinde daha alevli bakan gözlerini yığına daldırarak kolunu havaya kaldırmış ve öyle bir `Allah var` deyivermişti ki, Türkçe tek kelime bilmeyen o tıknaz Korsikalı Sekaldi`nin gözlerinden bile şaraptan kızarmış tombul yanaklarına iki damla yaş yuvarlanıvermişti.

Halide Edip kürsüde önce minarelere hitap ederek onlardan Türkün şanlı tarihinin devamını istedi. Daha sonra vecize halini almış `Milletler dostumuz, hükümetler düşmanımızdır` diyerek, o muhteşem kalabalığa `hangi şartlar altında olursa olsun hiçbir kuvvete boyun eğilmeyeceğine` dair yemin ettirdi. Yüzbinler `Yemin ediyoruz` diye haykırıyordu. Kürsü sanki sallanıyor, tekbir sesleriyle hıçkırıklar karışıyordu…“

KADIN HAKLARI KONUSUNDA MÜCADELE

Kadın hakları alanında da mücadele eden Halide Edip, Türk kadının kendi öz değerleriyle birlikte, alacağı eğitimle çok daha başarılı olacağını düşünüyordu.

İlk eşi Salih Zeki`nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesini kabul etmeyen ve kendisinden ayrılan Halide Edip, milli mücadele öncesi Teali-yi Nisvan Cemiyetinde(Kadınları Yükseltme Cemiyeti) kadınların eğitimi ve kendilerine haklar tanınmasıyla ilgili önemli konuşmalar yaptı ve çeşitli faaliyetlerde bulundu.

Ünlü şair Necip Fazıl Kısakürek, Halide Edip Adıvar ile ilgili düşüncelerini, “Türk kadını teknesinde böyle bir örnek yoğurduğu için övünebilir“ cümlesiyle ifade etmişti.

Yaşama Dair Şeyler

03 Temmuz 2009

Bilirmisin ay çiçeklerini?
Sabah güneşe döner ya.
Kaybolunca ufuk çizgisinde;
O hep boynunu büker ya.

Değiştir artık soğuk geceleri
Yeni doğan güne bir bak.
Çiçeklere, ağaçlara, güllere!
Uçmayı yeni öğrenen kuşların sevincine.

Yaşam; bir çiçeğin,
Sabırsız bekleyişinde.
Bir kerecik görebilmek güneşi!
O kısacık ömründe.

Sende dön yüzünü.
Bak ilk defa görmüşcesine
Hangi aşk, hangi acı değer?
Günü yaşıyamadan ölmeye.

İstanbul

02 Temmuz 2009

Bir gün acıktım İstanbul’a
Yürüdüm baştan başa.
Herşey yabancı, herşey başka
Yüzler başkaşka, insanlar başka

karanlık yüzler,
Kırmızı gözler yalancı
İstanbul artık,
Bize bile yabancı.

Eskiden öylemiydi?
İstanbul çıksa dolmazdı caddeleri
Herkes birbirini sever,
Selam verir, gülerdi.

Yalan olmuş herşey yalan.
İstanbul’um talan olmuş
Şimdi İstanbul dertli,
İstanbul yanık.
Bu gün istanbul’u tanıyamadık.

Ölüm

30 Haziran 2009

Yapraklar üşürken dökülür;
Ağaçlar kışa soyunurken ölür.
Nedir acelesi ecelin?
Daha bitmeden yaşama sevincim.

Neden bu kadar soğuk ellerim?
Gözlerim aynı noktada donuk.
Nedir bu sonsuz karanlık?
Ve bu bitmeyen yalnızlık.

Nereden çıktı bu tabut?
Ne işim var benim içinde?
Ve bu kalabalık.
Yüzler; bu yüzler hep tanıdık.

Herkes birakıp gitmiş.
Geceye sessizlik çökmüş.
Gözlerim hâlâ açık,
Ve bitmeyen yalnızlık.

Türkün Ateşle İmtihanı


halide_edip_adivar30 Ekim 1918’de İngilizler’in İstanbul’u işgal etmesiyle Türk insanının durumu yorgun, şaşkın ve canından bıkkın bir haldeydi. Yıllarca süren savaştan, sefaletten sonra bir de yurdumuzun işgal edilmesi, yani özgürlüğümüzün elimizden alınmak üzere olması  Türk insanını bu hale getirmişti. İstanbul’da yaşayan, çoğunluğunu genç subayların oluşturduğu milliyetçiler, gizli dernekler kurup İtilaf Devletleri’nin toplattığı silahları Anadolu’ya kaçırmaya çalışıyor, bir yandan da memleket için kurtuluş yolları arıyorlardı. Halide Edip, bu derneklerin başkanlarına yakın biri olarak, milliyetçilerin bir araya gelip toplantı yapmak için ne büyük zahmete katlandıklarını bizzat yaşamıştır. Halk ise gazeteler sansür altında olduğundan, olan bitenden habersiz, padişahın İngilizler’le kurduğu yakınlıktan ve İngilizler’in medeni bir devlet olmasından dolayı Anadolu’yu Osmanlı Türklerine bırakacaklarını sanıyordu. Bizi savaşa sokan ittihatçıların çoğu Meclis-i Mebusan’da vekildi ve halk bunlara tepki duyuyordu. Bunu fırsat bilen Tevfik Paşa meclisi kapatmıştı. 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgalinden sonra İngilizler Anadolu’ya giden bütün yolları tutmuşlar, tenha yolları da Osmanlı içindeki Hristiyan çetelerine tutturmuşlardı. Dernekler faaliyetlerine devam edemez olmuş, Halide Edip gibi milliyetçi kişiler hakkında idam kararları çıkarılmaya başlanmıştı. Özellikle Halide Edip’in Sultanahmet mitinginde söylediği “…hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir.”  sözü şimşekleri kendi üzerine çekmişti. Daha fazla İstanbul’da kalamayan milliyetçiler Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla Anadolu’ya kaçmaya başlamışlardır. Bu kaçış ikişer üçer kişilik gruplar halinde ve çok tehlikeliydi. Düzenli olarak silah kaçıran ve milliyetçilerin güvenliğini sağlayan, İzmit’teki ve Adapazarın’daki en kalabalığı 80 kişiden oluşan çetelerdi. Bu çeteler, geceleri milliyetçileri köylerde ağırlıyor, yağmur, çamur, yorgunluk gibi zor şartları hiçe sayıyorlardı. 11 gün süren yolculuğun ardından Ankara Garı’nda Mustafa Kemal ve halk tarafından karşılanan Dr. Adnan ve Halide, o gün bir eve yerleşir ve hemen ertesi gün eski Ziraat akültesi binasında olan karargahta çalışmaya başlarlar. Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi’nden sonra yeni bir meclis kurulması zorunluluğu gündeme gelmişti. Mustafa Kemal her ilden ikişer milletvekili seçilip Ankara’ya gönderilmesini talep eder. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi kurulur ve Mustafa Kemal meclis başkanı seçilir.

Bu olaya muhalefet olan Hilafet yanlılarının kurduğu ordu, meclisin kapanması için Ankara’ya doğru yürüyüşe geçer. Bu isyanı  bastırabilecek bir tek bu çeteler vardı. Mustafa Kemal bunları durdurmak için Çerkez Ethem’i görevlendirdi. İzmit’te gerçekleşen bu kuvvetlerin çarpışmasından Çerkez Ethem galip geldi. Bu galibiyet çetelerin itibarını artırdı. Ali Fuat Paşa bile üniformasını çıkarıp dağlara çıkmıştı. Çeteler büyük bir kuvvet olmalarına rağmen ordunun himayesine girmeyi reddediyorlardı. İhtiyaçlarını da halktan zorla karşıladıkları için de sürekli sorun yaratıyorlardı.

İlk iş olan düzenli ordunun kurulması, Aralık ayının sonlarına doğru,  büyük kavgalarla gerçekleştirildi. Ethem’in 3 bin kişilik ordusu, 100 makineli tüfeği ayrıca 4 topu vardı. Bu gücüne güvenerek meclise; faaliyetlerinin durdurmasını, halkı yeniden savaşa sokmamasını, İstanbul hükümetiyle işbirliği yapmasını söyleyen bir ültimatom gönderdi. Yunanlılar Bursa’ya yürümeye başlamıştı ama Ethem’le Albay Refet, yani kardeşler savaşıyordu. Ethem düzenli odunun kuvvetlerine karşı koyamayıp kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldı. Ordumuzla 11 Ocak’ta (1.İnönü) Eskişehir’in batısında karşı karşıya gelen Yunanlılar Albay İsmet komutasında ağır bir yenilgiye uğradılar. Bundan dolayı, toplanan Londra Konferansı’na Ankara’dan da temsilcileri çağırdılar. Sevr’in bir benzeri olan bu konferanstan bir sonuç alınamamış ve Yunanlılar Afyaon’dan saldırıya geçmişlerdi. 31 Mart’ta (2.İnönü)  yine bozguna uğratılan Yunanlılar geri çekilmek zorunda kaldılar.

Bu dönemde askerlere yardım amacıyla Hilal-i Ahmer (Kızılay) Hastahanesi’ne gönüllü olarak hastabakıcı olarak Eskişehir’de, cephe gerisindeki bir hastahanede çalışmaya başladı. Bu arada Yunanlılar boş durmuyor İzmir’I bir silah yığınağı haline çeviriyordu. Bunda İngilizlerin Yunanistan’a yaptığı silah ve maddi desteğin büyük payı vardır. Hazırlıklarını tamalayan Yunanlılar bizim 4 katıumız kadar bir kuvvetle, 9 Haziranda saldırıya geçtiler. Bu saldırılara karşı koyamayan ordumuz, toparlanmak için Sakarya’nın doğusuna çekildi.

Bu geri çekilme mecliste büyük çalkantılara neden oldu. Yapılan oylamayla Mustafa Kemal başkomutan seçildi. Tekalif-I Milliye emirleri çıkartılıp ordumuzun ikmal işleri halk tarafından yapıldı. Ordunun kurulmasında en çok emeği geçen Refet Paşa durmadan çalışıyor, memleketin her tarafını arayıp, tarayıp  gönüllü askerler topluyordu. Savaş başladığında 25.000 askerimiz vardı. Bunların 16.000’i  şehit olmasına rağmen savaş sonunda 40.000 askerimiz vardı. 2 ay gibi kısa bir sürede hazırlıklarını tamamladı. İçindeki milli duygularla sürekli dürtülen Halide, silah altına girmeye karar verir. Mustafa Kemal’in karargahında çalışmaya başlar. Buradaki görevi, günlük zaiyat raporlarını tutmak ve yabancı gazeteleri takip edip, yabancı kamuoyunun savaşla ilgili düşüncelerini çevirip Mustafa Kemal’e iletmekti.   Ordumuzun Yunanlılara göre sayısının az olmasından dolayı güzel bir savunma planı yapıldı. 25 Ağustos’ta çarpışmalar başladı. Fedakar Türk askerleri öleceklerini bilseler bile mevzilerini terk etmeyip çarpışırlar ve mevzilerimize Yunanlıları sokmazlar. Savaş 22 gün sürmüş ve dünyanın en uzun süren meydan muharebesi olmuştur. 19 Eylül’de başlayan yunan geri çekilişi 16 Eylül günü sonlanmıştı. Artık zafer bizimdi.

Mustafa Kemal’in sabahlara kadar çalıştığını yakından takip eden Halide ona “Savaş bitti. Artık dinlenmeye çekilme vaktiniz geldi.” dediğinde sert bir tepkiyle “Asıl savaş bundan sonra başlıyor.”  cevabını almıştı.

22 Eylül’de Mudanya Mütarekesi imzalanmış resmi olarak savaş galibiyetimizle bitmişti. Yunanlılar kaçarken geçtikleri köyleri yakıp yıkmışlardı. Bu savaşta onbaşı rütbesi alan Halide’nin bir görevi daha vardı. Tetkik-i Mezalim Heyeti’nin başına geçmek ve Yunanlıların verdikleri zararları tespit etmek, Anadolu insanına ettiği işkenceleri kayıtlara geçirmekti. Çok acı olayların yaşandığı Anadolu köylerinde halkın yaşadıkları anlatmakla bitmez. Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, Yusuf AKÇURA ve bir fotoğrafçının olduğu bu heyet çalışmalarını bitirdikten sonra Ankara’ya döner. Döndüğünde, asker üniforması giyen küçük çocuklar, Halide’nin dikkatini çeker. Bunların neci olduklarını yanındaki yüzbaşıya sorar. Bunlar Kazım Karabekir Paşa’nın evlat edindiği, yaşları 6 ile 14 arasında değişen, ailelei savaşta ölmüş, 2 bin kadar yetim Türk çocuğu idi. Bu örnek davranışından dolayı Kazım Paşa’yı ziyaret edip tebrik eder.

Halide Edip yurdumuzun düşmanlardan temizlenmesinden duyduğu huzurla eşyalarını toplayıp İstanbul’a, çocuklarının yanına, doğup büyüdüğü eve döndüğünde Mahmure ablasıyla çocukluk günlerinde olduğu gibi kucaklaşır.

ESERİN ANAFİKRİ:

Her konuda risk almaktan korkup kaçmamalıyız. Eğer Mustafa Kemal kendi

hakkında çıkarılan idam cezasından korkup bir kenara çekilseydi, bugün, bu ülkede yaşamıyor olacaktık.

Hiçbir zaman sürü psikolojisiyle bir yere takılıp gitmemeliyiz. Yaptığımız her hareketi, söyleyeceğimiz her sözü inceden inceye düşünmeliyiz.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ:

HALİDE EDİP ADIVAR: Kısa boylu, ingilizce ve fransızca bilen, tanştığı insanlarla çabuk kaynaşan, etkili konuşmalar yapabilen vatansever bir kadın, hastabakıcı, gazeteci, yazar, asker, çevirmen.

ADNAN ADIVAR: Çalışkan, insanlar arasındaki fikir uyuşmazlıklarını gideren, yüreği vatan sevgisiyle dolu bir doktor. Sağlık Bakanlığı ve Meclis İkinci Başkanlığı yapmıştır.

Mahmure: Halide Edip’in evinde çalışan, ayrıca ona arkadaşlık eden bir mürebbiye.

Döner Ayna

22 Haziran 2009

adsız3Hanife adında küçük bir kız bir katır kafilesi ile birlikte babasının yanına geliyordu.Hanife babasını hiç görmemişti.Çok merak etmektedir.Yolda gelirken bir kulübede konakladılar.

Burada katırcı çırağı Mürsel, Hanife’ye tecavüz etmeye kalkıştı.Fakat patronu Kamil onu hemen yakalayıp dövmeye başlar.Yumruklar, tekmeler, tokatlar.Bu arada Hanife’de Mürsel’i çimdikler, ıssırır, ufak ufak tokatlar.Bunlar Mürsel’in hafızasına işlemiştir.Daha sonra Samananbarı’na geldiler.Kamiller kızı evine bıraktılar.Orada kızı üvey annesi karşıladı.

Babasının huzuruna çıkardı.Babası Hacı Murat kızına hafif hafif gülümser.Karısına Hanife’yi güzelce yıkayıp giydirmesini söyler.Kız küçük erkek kardeşi Hasan ile tanışır.Onu çok sever daha sonra üvey ablası Huriye ile karşılaşır.Huriye Hanife’yi hiç sevmemiştir.Sonra Hacı Murat’ın büyük oğlu Macit, Hasan ve Huriye şehre gittiler.Orada film seyrettiler.Hanife filmden çok korkmuştu.Yıllar geçti, gitti.Hanife genç kız olmuştu.Burada yaşadıkları ona güven vermişti.Fakat Mürsel’de buraya gelip Hacı Murat’ın yanında çalışmaya başlamıştı.

Mürsel onların içine girip Hanife’nin kendisine on yıl önce yaptıklarının öcünü almak için planlar yapar.Karısı ile yaptığı plan işe yarar.Hanife’yi düğününde kaçırır.Çok uzun süre bir arkadaşı Hanife ile dağlarda yürüdüler.Bir olay sonucu Hanife’nin gözleri önünde arkadaşını uçuruma attı.

Sonra bir kasabaya geldiler.Orada bir ana oğulun evinde dinlendiler.Buradan ana oğulun yardımı ile İstanbul’a geldiler.İstanbul’da kuytu bir daireye yerleştiler.Burada bir süre kaldılar.Bu süre içerisinde polisler orayı basarlar.Kızı bulurlar fakat kıza yapılan işkenceler ve zorbalar sonucu polisler elleri boş dönerler.Bunlar daha sonra oradan kaçarlar fakat Hanife’nin ağabeyisi peşlerini bırakmaz.Onları arayıp bulur.Mürsel ve arkadaşları eroin kaçakçılığı yapmaktadırlar.Macit bütün bunlara son verir.Hanife’yi o kaçakçıların elinden kurtarır.

Artık Hanife kurtumuştur.Bilal adında bir adamla evlenir.Olaylar sona erer.Hanife kurtulur.

Mürsel belasını bulur, Macit sevinir, Hasan’da istediğine kavuşur…

 

Yılı: 1953

Yolpalas Cinayeti


adsızİstanbul’un zengin semtlerinden birinde Yolpalas adlı büyük bir apartman vardır. Apartmanın sahibi Murat Sallabaş, uzun yıllar Anadolu’da yaptığı yol taahhüt işlerinden milyonlar kazanmış bir adamdır. Bu adam birgün Sacide adlı bir genç kıza rastlar. Sacide, Edirnekapı dolaylarında oturan çok mütevazi bir memurun kızıdır. Murat Sallabaş onu beğenmiştir; ailesinden ister, evlenirler.

Baba evinde türlü yoksulluk hattâ sefalet çekerek büyümüş olan Sacide birden değişmiştir. Şimdi artık,tek meziyetleri zenginlikten ibaret bulunan yalın bir sosyetenin yıldızıdır. Giyeceklerini yabancı ülkelerden getirtmekte, bir eğlence salonundan ötekine, bir poker partisinden başkasına koşmaktadır. İçinden çıktığı fakir fukara tabakasını aşağılar olarak nitelendirmekte, bunların yaşamak.için direnmelerini manasız bulmaktadır.

Sallabaşların Bülent adında, biraz da illetli, bir çocukları bulunmakta, bu çocuğa Akkız adlı bir köylü kızı dadılık yapmaktadır. Annesi zevkten, eğlenceden baş alamadığı için, Akkız Bülent’in en yakınıdır ve çocuğun üstüne titremektedir.Yolpalas apartmanının ve Sallabaş ailesinin tanınmış bir üyesi de şoför Mükerrem’dir. Mükerrem, çevresine biraz korku, biraz da tiksinti veren sevimsiz bir kimsedir.

Birgün Yolpalas apartmanında bir cinayet işlenir. Bülent’in dadısı Akkız, şoför Mükerrem’i öldürür. Ak-kız suçunu kabul etmekte fakat sebebi açıklamaya yanaşmamaktadır. Hapse atılan köylü kızının savunmasını, Sacide’nin Paris’te hukuk öğrenimi yapmış yeğeni Rıfkı üstüne alır. Rıfkı, Sacide’yle hiç anlaşamıyan, onun bencil ve basit görüşlerinin tam karşısında olan, biraz da sol eğilimli bir gençtir. Bütün sevgisi yoksullara, kimsesizlere yönelmiştir; Akkız’m savunmasını da bu nedenle üstüne almıştır.

Genç avukat, Akkız’m sırlarını çözmek için, elinden geleni yapar. Bizzat köyüne gidip incelemelerde bulunur. Sonunda Mükerrem’in, Akkız’m annesinin tek varlığı olan öküzlerini çaldığını, perişan olan kadının bu yüzden çıldırdığını öğrenir. Şoför, bundan başka köylü kızının tek sevgisi ve tesellisi bulunan bir kaz palasını da öldürmüştür. Bütün bu olanlardan dolayı, kendini bildi bileli Mükerrem’e dinmez bir kin besleyen Akkız, zamanla İstanbul’a gelmiş, bir aileye evlâtlık olarak verilmiş, oldukça öğrenim de görmüş, fakat şoföre olan kinini bir türlü unutamamıştır.Ve nihayet tesadüf birgün onları Yolpalas’ta aynı çatının altında buluşturduğu zaman Mükerrem Akkız’a burada da rahat vermemekte, türlü istek ve tehditlerle baskı altında tutmaktadır. Bu haller genç kızın bunalımlarını arttırmakta, sinirlerini zayıflattıkça zayıflatmaktadır.

Olay günü Mükerrem yine Akkız’ı tenha bir köşede kıstırmış, istekleri yerine getirilmezse bu sefer genç kızın artık dünyada tek avuncu olan Bülent’i öldüreceğini söylemiştir. İşte artık bundan sonradır ki, Akkız kendini tamamen yitirmiş ve Mükerrem’i öldürmüştür.

Akkız’ın yargılanması uzun sürer. Birçok tanık dinlenir. Avukat Rıfkı Akkız’m geniş inandırıcı bir savunmasını yapar. Olayları en başından en sonuna kadar bütün oluşları, çıplaklıkları ve gerçekleri ile ortaya serer. Bir insanın hele bir genç kızın, elini kana bulamak için daha önceden nasıl itici güçlerin örgütlendiğini açıklar. Sonunda mahkeme Akkız’ı hapse mahkûm etmez ama, onun bir süre bir akıl hastanesinde kalmasına karar verir.

Bu arada Akkız:Hayır, ben deli değilim. Ben bilerek öldürdüm. Can alan canını vermeli, beni öldürün. Ben anama, ben Sırmaya gitmek istiyorum. Burada kalırsam, yemin ediyorum, Sırma’mn barsaklarım deseni, topal Bülent’e el uzatanı, Şakire’yi ana kucağından alıp kahpeliğe salam yine öldürürüm… Vallahi diye, çırpınıp direne dursun, iki hademe onu kollarından yakalayıp sürükleye sürükleye uzaklaştırdılar.

Yılı: 1936

Kalp Ağrısı

20 Haziran 2009

Halide-Edip-Adivar33Zeyno babası gibi doktor olan Saffet’ten hoşlanmaktadır bu duygusallık aşktan öteye zihinde canlanan bir fırtınadır yani Saffet’e duyduğu saygı çok üst seviyededir. Ayrıca bunlar resmi olarak da nişanlılardır. Hikayemizin başlangıcı Zeynep’in canından çok sevdiği Azizelerde gercekleşir: Azize, Zeynep’e herkesin deyimiyle Zeyno’ya, platonik olarak nitelendirdiği aşkı ve aynı zamanada akrabası olan zabit (Bnb) Hasan’dan bahseder ve onun geleceğini söyler, onunla tanıştırır. Bu saatten sonra Zeyno’nun kalp ağrısı başlar. Çünkü Zeyno ile Hasan’ın aşkları için bu bir başlangıç teşkil edecektir. Günler geçer Zeyno ile Saffet birbirlerine daha da yaklaşırlar ama zeyno bu ilişkinin bir sonuca bağlanamayacağını bilmekte ve bu yüzden de çeşitli buhranlara girmektedir. Sonuçta Zeyno’da bi rahatsızlık baş gösterir. Bu olay üzerine Saffet Zeyno’yu Ayastefanos’taki evlerine dinlenmelesi için götürür. Bir müddet sonra Hasan ile Azize buraya onu ziyaret için gelirler artık her gün Zeyno ile Hasan birlikte ava gitmektedirler. Bir gün yine bir avda Hasan, Zeyno’ya evlenme teklif eder. Cevapsız kalan bu tekliften sonra hasan Azize’ye onunla evlenmeyeceğini söylüyor. Bu olayın ardından Hasan Zeyno ‘ya tekrar evlenme teklifediyor. Bu olayın ardından Zeyno nişan yüzüğünü boynuna asıyor ve Saffete kararını babası gelince vereceğini söylüyor.(Babası orada değildir ve hikayesini babasına, Ayastefonos’a gidinceye kadarını anlatır diğer olaylar daha sonra gerçekleşir Zaten bu sırada Azize’nin kıskançlık kırizleri tutmuştur ve çok ciddi anlamda hasta olmuştur. Doktorluk görevi ise Saffete düşmüştür. Saffet bir süre sonra Zeynonun yanına gelir ve Azize’nin iyileştiğini söyler ve onu görmeye giderler. Orada garcekleri öğrenir ve Azize’nin kıskançlıktan dolayı intihara kalkıştığını öğrenir. Azize’nin refakatini yaptığı birgün Azize olanları anlatır ve Hasan’dan bahseder. Zeyno da Azize’ye Hasan’ın onun olduğunu ve onu elinden almayacağına sözverir. Bu olayın ardından Zeyno, Hasan ile bu işin olmayacağından bahseder ve bunun üzerine Azize ile Hasan evlenirler. Bu sürede Azize’nin rahatsızlığı devam etmiştir ve iyleşmesi için İsviçre’ye gitmesi gerekmiştir. Evlendikten sonra Hasan izin alarak Viyanaya giderler. Viyanadan Azize Zeynoya mektuplar yazar nekadar saadetli olduğundan bahsediyor.Ancak busefer de orada Dora isminde babasının aradaşının kızını kıskanıyor. Günler geçip gider ama Hasan, Zeyno’yu unutamaz ve ona mektup yazmaya karar verir ama mektubu göndermez. Tam mektubu yazarken odaya Dora girer ve Hasan olayı Dora’ya anlatır ve ona karşı da çeşitli duygularından bahseder. Bu duygular Dora tarafından olumlu karşılanır. Bu ilişki devam ederken bir gün Azize ikisini Dora’nın odasında bulur ve iyiden iyiye Azize’nin kıskançlık kırizi artar. Bu arada Hasan’nın 1 ay izini kalmıştır ve şarka tayini çıkmıştır. Bunların hepsini Azize mektubunda Zeyno’ya anlatır.

Zeynep ile babası evde konuşur iken eve babasının arkadaşı Miralay Muhsin girer. Muhsin Bey evlenmek istemektedir ve Zeyno’nun babasından yardım istemektedir. Ancak bu sırada Zeyno’ya karşı da bir ilgisi oluşmaya başlamıştır. Bir gün Miralay Zeyno’ya ondan hoşlandığını söyler. Bunları Zeyno Azize’ye yazdığı mektubunda söylüyor. Zeyno onu sevip sevmemede kararsızdır ama bu sevgiden haz aldığını da saklamamaktadır. Olayın tesadüfi tarafı Miralayın, Hasan’ı tanımasıdır. Hasan zamanında Miralayın yaverliğini yapmıştır. Bir de ilginç hiraye giçmiştir başlarından. Eski çalıştıkları yerde yine Zeyno isminde bir kürt kızını Hasan hamile bırakmış ve tam kızın akrabaları tarafından öldürülecek iken Muhsin Bey tarafından kurtarılmıştır.

Zeyno akıp geçen zaman zarfında Miralay’ın aşkına cevap vermeye başlar. Zeynep’in kalbinde artık iki büyük zevk vardır birisi Miralay birisi de cektiği acının sebebi Hasan’dan alacağı intikamdır. Hasan’ın tayin yeri de miralayın fırkasıdır.

Azize, Hasan’ın odasında Dora’dan bir mektup bulur. Mektupta Dora, Hasan’a istediği zaman yanına gelebileceğini söylemektedir. O gün Viyanaya inen Hasan’a Azize bir telgıraf çeker ve hemen yanına gelmesini çok hasta olduğunu söyler. Hasan gelir, doktorlar muayne ederler ve Azize’nin hamile olduğunu söylerler. Ancak bu güzel olay bebeği doğurmanın çok riskli olacağının öğrenilmesiyle bir buhrana döner. Hasan İstanbul’a gelip iznini uzattırır bu sırada Zeyno’yu görür. Ama artık hiç bir şey eskisi gibi değildir.

Azizenin tedavisi için yine Saffet getirtilir bu sırada Azize bir oyun yapıp Zeyno ile Saffeti bir araya getirmeye çalışsa da başarılı olamaz.

Zaman ilerler ve Azize’nin doğumu gerçekleşir ve bir oğul dünyaya getirir ama bu oğul artık hayata öksüz olarak devam etmek zorundadır.

Yılı: 1924

Kimdir?

20 Haziran 2009

afife2307hzl2Halide Edip Adıvar 1884 yılında İstanbul’da doğdu.O zamanların şartlarına göre oldukça iyi bir eğitim aldı. İlk önce Amerikan Kız Kolejine gönderildi ve Fransız edebiyatı hakkında geniş bir bilgiye sahip oldu orda. 1908 yılında gazetelere kadın hakları hakkında yazı yazmaya başladı. Tabi doğal olarak da, kadınları ikinci sınıf canlılar olarak gören dönemin bazı insanalrı tarafından hoş karşılanmadı bu olay. Daha sonra 31 Mart ayaklanamsı nedeniyl Mısır’a gitti. Milli Mücadele’de önemli bir yere sahiptir Halide Edip, Balkan Savaşları sırasında hastanelerde çalıştı, Kurtuluş Savaşı’na katıldı. En akılda kalan ise Halide Edip Adıvar’ın İzmir’in işgalini protesto sırasında yaptığı konuşmadır.

1917′de Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile yaşadığı anlaşmazlıktan dolayı eşi Adnan Adıvar ile birlikte yurtdışında yaşamaya başladı ta ki 1939 yılına kadar. 1940 yılında İstanbul Üniversitesi’inde İngiliz Filolojisi Kürsüsü başkanı olmuştur. Daha sonra 1950 yılında tekrar siyasete dönerek Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili oldu. 1954 yılında da Demokrat Parti’den istifa ederek evinde yaşamaya başlamıştır. 1964 yılında da hayatı son bulmuştur.
Halide Edip Adıvar’ın ilk edebi eserleri olan Seviye Talip, Handan ve Son Eseri öyküleri genelde aşk konusunu işler fakat o güne kadar olan aşk öykülerinden çok farklıdır. Kadın daha dominant bir rol oynar. Önceki öykülerin aksine, bu öykülerde kadın erkeği seçer ve genelde aşkın öyküsünü erkeklerin anı defterinden ya da mektuplarından anlatır. Halide Edip’in kendini yansıttığı söylenen bu romanlarda ideal Türk kadınını temsil ettiği söylenir. Batı kültürünü benimsemiş, modern, yabancı dil bilen, müzik ve sanattan anlayan bir kadın portresi oluşturulmak istenmiştir.

Adıvar 1910 yıllarında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu ile birlikte Türk Ocağı’nda çalışmaya başladıktan sonra yazdığı Yeni Turan adlı romanında (1912) yurt sorunlarına eğilir. Bu romanda Halide Edip, ütopik bir Türkiye’den bahseder. Yazarın en çok beğenilen romanları olan Ateşten Gömlek (1922) ve Vurun Kahpeye (1923) ise Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da tanık olduğu olayları, direnişleri, kahramanlıkları, ihanetleri anlatırken kendi gözlemlerinden yararlandığı için daha gerçekçidir. Bu romanlarda da idealize edilen kadın modeli vardır yine. Özellik Ateşten Gömlek romanında bu belirgindir. Ama bu romanlarda, öncekilere nazaran daha fazla milli bilinç ön plandadır, kadınlar aşklarıyla değil de genelde millet için savaşmalarıyla ön plana çıkarlar.
Adıvar’ın en ünlü romanı Sinekli Bakkal’da (1936) ileri bir adım attığını, yeni bir aşamaya vardığını görürüz. İlk romanlarının olay örgüsü bir iki kişi arasındaki bireysel ilişkilere bağlı olarak gelişirken, II. Abdülhamid dönemindeki Türk toplumunun panoramik bir tablosunu sergileyen Sinekli Bakkal’ın olay örgüsü siyasal, düşsel, toplumsal sorunlarla örülmüş olarak gelişir. Romanın okuru en çok çeken yönü de fakir kenar mahallesi, zengin konakları ve saray çevresiyle II. Abdülhamid zamanının İstanbul’u anlatmasıdır.

Ne var ki Halide Edip’in amacı bir dönemin Türk toplumunu yansıtmak değildir yalnızca. Bu felsefi romanda çevrelerin bir işlevi de belli değerlerin temsilcisi olmaktır. Sinekli Bakkal mahallesi gelenekleri ve insancıl değerleri sürdüren halk kesimini; Genç Türkler’den Hilmi ve arkadaşları devrimci aydınları; saray çevresi ise, yozlaşmış yönetici kesimi temsil eder. Roman iki kısımdan oluşmaktadıe. Birinci kısmın ana teması Abdülhamid’in istibdat idaresi karşısında şiddete başvurarak devrim yapmanın geçerliliği sorunudur. Gerçi Adıvar içtenlikle ezilen halktan yanadır, ama gelenekçiliği ve savunduğu mistik dünya görüşü şiddete başvurarak devrim yapmayı onaylamasına izin vermez. Romanda II. Meşrutiyet’in ilanı “asırların kurduğu müesseselerin köklerini” söken, “içtimaî ve siyasî nizam ve intizamı” altüst eden bir devrim olarak nitelenir. Doğru tutum Mevlevî tarikatından Vehbi Dede’nin yaptığı gibi “herhangi bir hayat fırtınasını sükûnetle seyretmek”tir. Yazar devrimden değil evrimden yanadır. Romanın ikinci kısmında yozlaşmış saray çevresi sergilenirken ana tema olarak Rabia ile Peregrini ilişkisi gelişir ve evlilikle son bulur. Bu evliliğin simgesel anlamı Batı ile Doğu’nun bileşimi olarak yorumlanmıştır. Ama Peregrini’nin “öylebasit ve insanî ananeler” dediği geleneklere bağlı Sinekli Bakkal mahallesindeki cemaat yaşamına hayran olması, Müslümanlık’ı kabul ederek Rabia ile evlenmesi ve mahalleye yerleşmesi, daha çok Doğu değerlerinin üstünlüğüne işaret sayılmaktadır. Ne var ki yazar, Rabia ile Peregrini’nin sevişip evlenmelerine inandırıcı bir hava verememiştir. Farkedilir ki, olaylar yazarın kafasındaki bir görüşü dile getirmek için tertiplenmekte ve Doğulu kadın ile Batılı erkek yazarın tezi gereği seviştirilip evlendirilmektedirler. Birinci kısımda olay örgüsünün doğal gelişimi, farklı dünya görüşlerine sahip kişiler arasındaki çatışmadan doğan gerilim ve dramatik sahneler, ikinci kısımda yerlerini, zorlama izlenimi veren bir ilişkiye ve saray çevresinin tanıtılmasına bırakınca romanın sanatsal düzeyi düşer.

1943′te CHP Ödülü’nü alan Sinekli Bakkal Türkiye’de en çok baskı yapan roman olmuştur. Halide Edip’in daha sonraki romanları ise öncekilerin verdiği tadı verememiştir…

Sonuç olarak; Halide Edip Adıvar, Türk edebiyat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü öncelikle ilk kadın yazarlardandır kendisi ve olayların kadın gözüyle incelenmesini gösteren romanları bu açıdan çok önemlidir. Bir diğer önemli nokta ise romanlardaki kadınların nitelikleri, kültürlü kadın anlayışını geliştirmiştir. Bu sayede günümüzdeki kadın haklarının, kadın kültürünün oluşmasının temelleri bu romanlarla atılmış denebilir.

Çocukluk ve Öğrencilik yılları

1882 veya 1884 yılında Beşiktaş, İstanbul’da doğdu. Babası Mehmet Edip Bey, annesi Fatma Berifem Hanım’dır. Annesini küçük yaşta veremden kaybetti[1]. Evde özel dersler alarak ilköğrenimini tamamladı. Yedi yaşında iken yaşını büyüterek girdiği Üsküdar Amerikan Lisesi’nden kısa bir süre sonra padişahın “Hristiyan okullarında Müslüman öğrencilerin okuyamayacağı” emri ile alınmış ve evde özel ders görmeye başlamıştı. Kolejde İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başlayan Halide Edip’in İngilizce öğrenirken çevirdiği kitap1897’de basıldı. Bu, Amerikalı çocuk kitapları yazarı Jacob Abbott’un “Ana” adlı eseri idi [2]. 1899 yılında bu çeviri nedeniyle II. Abdülhamit tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Aynı yıl yeniden Üsküdar Amerikan Koleji’ne kaydolabildi. Bu okulda aldığı eğitimin yaşamında büyük etkisi oldu. Okulda,Rıza Tevfik Bey’in Fransız edebiyatı derslerine katıldı ve Doğu edebiyatıyla ilgilendi. 1901 yılında mezun oldu, okulun mezun ettiği ilk kız öğrenciler arasındaydı.

İlk Evliliği ve Çocukları

Halide Edip, kolejin son sınıfında iken matematik öğretmeni olan Salih Zeki Bey ile okuldan mezun olduğu yıl evlendi. Eşi rasathane müdürü oluğu için evleri hep rasathane içinde oldu ve bu yaşam ona sıkıcı geldi[3]. Evliliğinin ilk yıllarında eşine Kamus-u Riyaziyat adlı eserini yazmada yardımcı oldu, ünlü İngiliz matematikçilerin yaşam öykülerini Türkçe’ye çevirdi. Birkaç Sherlock Holmes hikayesinin de çevirisini yaptı. Fransız yazar Emile Zola’nın yapıtlarına büyük ilgi duymaya başladı. Daha sonra ilgisi Shakespeare’e yöneldi ve Hamlet adlı yapıtının çevirisini yaptı. 1903 yılında ilk oğlu Ayetullah, bundan on altı ay sonra da ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo dünyaya geldi. 1905 yılında gerçekleşen Japon-Rus savaşında batı uygarlığının bir parçası sayılan Rusya’yı Japonların yenmesinin verdiği sevinçle oğluna Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro’nun ismini vermişti.

Yazım alanına girişi

Meşrutiyetin ikinci kez ilan edildiği 1908 yılı Halide Edip’in hayatında bir dönüm noktası oldu. 1908′de gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başladı. İlk yazısı Tevfik Fikret’in çıkardığı Tanin’de yayımlandı. Başlangıçta, -eşinin isminden ötürü- yazılarında Halide Salih imzasını kullandı. Yazıları, Osmanlı içerisindeki muhafazakâr çevrelerin tepkisini çekti. 31 Mart Ayaklanması sırasında öldürülme endişesiyle kısa süre için iki oğluyla Mısır’a gitti. Oradan İngiltere’ye giderek kadın hakları konusundaki yazıları nedeniyle kendisini tanıyan İngiliz gazeteci Isabelle Fry’ın evinde konuk oldu. İngiltere’ye gidişi o dönemde kadın-erkek eşitliği konusunda sürüp giden tartışmalara tanık olmasına, Bertrand Russell gibi fikir adamlarıyla tanışmasına vesile oldu.

1909′da İstanbul’a geri döndü; siyasi içerikli yazıların yanı sıra edebi yazılar da yayımlamaya başladı. Heyyula ve Raik’in Annesi adlı romanları basıldı. Bu arada Kız Öğretmen okullarında öğretmenlik ile vakıf okullarında müfettişlik görevlerinde bulundu. İleride yazacağı Sinekli Bakkal adlı ünlü romanı, bu görevler gereği İstanbul’un eski ve arka mahallerini tanıması sayesinde ortaya çıkmıştı.

Eşi Salih Zeki Bey’in ikinci bir kadınla evlenmek istemesi üzerine ondan 1910 yılında boşandı ve artık yazılarında Halide Salih yerine Halide Edip adını kullanmaya başladı. Aynı yıl Seviyye Talib romanını yayımladı. Bu roman, bir kadının kocasını terk ederek sevdiği erkekle yaşayışını anlatır ve feminist bir eser olarak değerlendirilir. Basıldığı dönemde bir çok eleştiriye maruz kamıştır. Halide Edip, 1911 yılında ikinci kez İngiltere’ye gitti, kısa bir süre kaldı. Yurda döndüğünde Balkan Savaşı başlamıştı.

Balkan Savaşı Yılları

Balkan Savaşı yıllarında kadınlar toplum yaşamında daha aktif rol almaya başlamışlardı. Halide Edip de bu yıllarda Teali-i Nisvan Cemiyeti’ni (Kadınları Yükseltme Derneği) kurucuları arasında yer aldı ve yardım işlerinde çalıştı. Öğetmenlik mesleğinin içinde olduğundan eğitim ile ilgili bir kitap yazmaya yöneldi ve Amerikalı düşünür ve eğitimci Herman Harrell Horne’un The Psychological Principle of Education (Eğitimin Psikolojik Temeli) adlı eserinden yararlanarak Talim ve Edebiyat adlı kitabı yazdı[6]. Aynı dönemde Türk Ocağı içinde Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hamdullah Suphi gibi yazarlarla tanıştı. Bu kişilerle dostluğu sonucu Turancılık fikrini benimseyen Halide Edip, bu düşüncenin etkisiyle Yeni Turan adlı eserini yazdı. 1911′de Harap Mabetler ve Handan isimli romanları yayımlandı.

I. Dünya Savaşı Yılları

Balkan Savaşları 1913’de sona ermişti. Öğretmenlikten istifa eden Halide Edip, Kız Mektepleri Umumi Müfettişliği görevine getirildi. I. Dünya Savaşı başladığında bu görevdeydi. 1916′da Cemal Paşa’nın daveti üzerine okul açmak üzere Lübnan ve Suriye’ye gitti. Aynı yıl bir aşk romanı olan Son Eseri adlı kitabı basıldı. Arap eyaletlerinde iki kız okulu ve bir yetimhane açtı. Orada bulunduğu sırada babasına verdiği vekalet ile Bursa’da, aile doktorları Adnan Adıvar ile nikahları kıyıldı. Lübnan’da iken Kenan Çobanları adlı 3 perdelik operanın librettosunu yayımladı, eseri Vedi Sebra besteledi[7]. Yusuf Peygamber ve kardeşlerini konu alan bu eser, o yıllarda savaş koşullarına rağmen yetimhane öğrencileri tarafından 13 defa sahneye kondu[8]. Türk ordularının Lübnan ve Suriye’yi boşaltması üzerine 4 Mart 1918’de İstanbul’a döndü. Yazar, hayatının buraya kadar olan bölümünü Mor Salkımlı Ev adlı kitabında anlatmıştır.

Milli Mücadele Yılları ve ABD Mandası tezi

Halide Edip, İstanbul’a döndükten sonra Darülfünun’da Batı edebiyatı okutmaya başladı. İzmir’in işgalinden sonra “milli mücadele” en önemli işi haline geldi. Türk Ocakları’nda çalıştı. Karakol adlı gizli örgüte girerek Anadolu’ya silah kaçırma işinde rol aldı. Vakit Gazetesi’nin sürekli yazarı, M. Zekeriya ve eşi Sabiha Hanım’ın çıkarttıkları Büyük Mecmua’nın başyazarı oldu.

Milli Mücadele taraftarı aydınların bir kısmı işgalcilere karşı ABD ile işbirliği yapma düşüncesiydi, Halide Edip bu düşüncedeki Refik Halit, Ahmet Emin, Yunus Nadi gibi aydınlarla 14 Ocak 1919′da Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. Halide Hanım, milli mücaelenin önderi Mustafa Kemal’e yazdığı bir mektupla ABD mandası tezini açıkladı ancak bu tez temmuz ayında Mustafa Kemal önderliğindeki Erzurum Kongresi’nde uzun uzun tartışılacak ve reddedilecektir. Yıllar sonra Mustafa Kemal’in Nutuk adlı eserinde tam metnine yer vereceği mektubu yüzünden Halide Edip, “mandacı” olarak suçlanmış, hatta “hain” olarak değerlendirilmiştir.

Halide Edip Adıvar için İstanbul Mitingleri ve İdam Kararı

15 Mayıs 1919 günü İzmir’i Yunanlıların işgal etmesi üzerine İstanbul’da ardı ardına protesto mitingleri düzenlenmekteydi. İyi bir hatip olan Halide Edib, 19 Mayıs 1919 günü Asri Kadınlar Birliği’nin düzenlediği ve kadın hatiplerin de konuşmacı olduğu ilk açıkhava mitingi olan Fatih Mitingi’nde kürsüye çıkan ilk konuşmacıydı, attığı nutuk ile belleklerde büyük iz bıraktı. 20 Mayıs’ta Üsküdar mitingi, 22 Mayıs’ta Kadıköy mitingine katıldı. Bunları Halide Edip’in başkahramanı haline geldiği Sultanahmet mitingi izledi. Önceden hazırlanmadan ve yazmadan yaptığı konuşmada sarf ettiği “Milletler dostumuz, hükümetler düşmanımızdır.” cümlesi bir vecize halini aldı.

İngilizler İstanbul’u 16 Mart 1920’de işgal ettiler. Hakkında idam emri çıkardıkları ilk kişiler arasında Halide Edip ve eşi Dr. Adnan da vardır. 24 Mayıs’ta padişah tarafından onaylanan kararda idama mahkum edilen ilk 6 kişi şunlardı: Mustafa Kemal, Kara Vasıf, Ali Fuat Paşa, Ahmet Rüstem, Dr. Adnan ve Halide Edip.

Anadolu’da Mücadele

Haklarında idam karar çıkmadan önce Halide Edip, eşi ile birlikte İstanbul’dan ayrılıp Ankara’daki milli mücadeleye katılmıştı. Çocuklarını İstanbul’da yatılı okulda bırakarak 19 Mart 1920 günü Adnan Bey ile at sırtında yola çıkan Halide Hanım, Geyve’ye ulaştıktan sonra buluştukları Yunus Nadi Bey ile birlikte trene binip Ankara’ya gitmiş ve 2 Nisan 1920 günü Ankara’ya varmıştı.

Halide Edip, Ankara’da Kalaba(Keçiören)’daki karargahda görev aldı. Ankara yolunda iken Akhisar İstasyonu’nda Yunus Nadi Bey ile birlikte kararlaştırdıkları gibi Anadolu Ajansı isimli bir haber ajansının kurulması Mustafa Kemal Paşa’dan onay görünce ajans için çalışmaya başladı. Ajansın muahabiri, yazarı, yöneticisi, ayakişlerine bakanı olarak çalışıyordu. Haber derleyip milli mücadeleye ilişkin bilgileri telgrafı olan yerlere telgrafla iletmek, olmayan yerlerde cami avlusuna afiş olarak yapıştırılmalarını sağlamak; Avrupa basınını takip edip batılı gazetecilerle iletişim kurmak; Mustafa Kemal’in yabancı gazetecilerle görüşmesini sağlamak, bu görüşmelerde tercümanlık yapmak; Yunus Nadi Bey’in çıkardığı Hakimiyet-i Milliye gazetesine yardımcı olmak ve Mustafa Kemal’in diğer yazıişleri ile ilgilenmek Halide Edip’in yürüttüğü işlerdi.

1921’de Ankara Kızılay başkanı oldu. Aynı yılın Haziran ayında Eskişehir Kızılay’da hastabakıcılık yaptı. Ağustos’ta orduya katılma isteğini Mustafa Kemal’e telgrafla iletti ve cephe karargâhında görevlendirildi. Sakarya Savaşı sırasında onbaşı oldu. Yunanlıların halka verdiği zararları incelemek ve raporlamakla sorumlu Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda görevlendirildi. Vurun Kahpeye adlı romanının konusu bu dönemde oluştu. Türk’ün Ateşle İmtihanı(1922) adlı anı kitabı, Ateşten Gömlek(1922), Kalp Ağrısı (1924), Zeyno’nun Oğlu adlı romanlarında Kurtuluş Savaşı’nın değişik yönlerini gerçekçi biçimde dile getirebilmesini savaştaki deneyimlerine borçludur.

Savaş boyunca cephe karargahında görev yapan Halide Edip, 30 Ağustos Zaferi’nden sonra ordu ile İzmir’e gitti. İzmir’e yürüyüş sırasında rütbesi başçavuşluğa yükseldi. Savaştaki yararlılıklarından ötürü İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.

Kurtuluş Savaşı Sonrası

Kurtuluş Savaşı, Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandıktan sonra Ankara’ya döndü. Eşi, Dışişler Bakanlığı’nın İstanbul temsilciliği ile görevlendirilince birlikte İstanbul’a gittiler. Anılarının buraya kadar olan kısmını Türk’ün Ateşle İmtihanı adlı eserinde anlatmıştır.

Halide Edip, cumhuriyetin ilanından sonra Akşam, Vakit ve İkdam gazetelerinde yazdı. Bu arada Cumhuriyet Halk Fırkası ve Mustafa Kemal Atatürk ile siyasi fikir ayrılıkları yaşadı. Eşi Adnan Adıvar’ın Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşunda yer alması sonucu iktidar çevresinden uzaklaştılar. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılıp Takrir-i Sükun kanununun kabul edilmesiyle tek parti döneminin başlayınca, kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye’den ayrılarak İngiltere’ye gitti. 1939 yılına kadar 14 yıl boyunca yurtdışında yaşadı. Bu sürenin 4 yılı İngiltere’de, 10 yılı da Fransa’da geçti.

Halide Edip, yurtdışında yaşadığı dönemde kitap yazmayı sürdürdüğü gibi Türk kültürünü dünya kamuoyuna tanıtmak amacıyla pek çok yere konferanslar verdi. İngiltere’de Cambridge, Oxford; Fransa’da Sorbonne Üniversitelerinde konuşmacı oldu. 2 defa Amerika Birleşik Devletleri’ne bir defa da Hindistan’a davet edilerek gitti. 1928 yılında ABD’ye ilk gidişinde Williamstown Siyaset Enstitüsü’nde yuvarlak masa konferansına başkanlık yapan ilk kadın olarak büyük ilgi çekti. Artık ABD’de yaşamakta olan oğullarını, Anadolu’da milli mücadeleye katılmak için onlardan ayrılışından 9 yıl sonra ilk defa bu gezi sırasında tekrar görebildi. 1932 yılında Columbia Üniversitesi Bernard Kolej’den gelen çağrı üzerine ikinci kez ABD’ye gitti ve ilk gidişindeki gibi seri konferanslarla ülkeyi dolaştı. Yale, Illinois, Michigan üniversitelerinde konferanslar verdi. Bu konferansların sonucu olarak Türkiye Batıya Bakıyor adlı eseri ortaya çıktı[10]. 1935 yılında İslam üniversitesi Jamia Milia’yı kurmak için açılan kampanyaya katılmak üzere Hindistan’a çağırıldığında Delhi, Kalküta, Benares, Haydarabad, Aligar, Lahor ve Peşaver Üniversitelerinde dersler verdi. Konferanslarını bir kitapta topladı, ayrıca Hindistan izlenimlerini içeren bir kitap yazdı.
1936 yılında en ünlü eseri olan Sinekli Bakkal’ın İngilzice orijnali “The Daughter of the Clown” yayımladı. Roman aynı yıl Türkçe olarak Haber gazetesi’nde tefrika edildi. Bu eser 1943 yılında CHP Ödülü’nü aldı ve Türkiye’de en çok baskı yapan roman oldu.

1939′da İstanbul’a döndü ve 1940 yılında İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Filolojisi kürsüsünü kurmakla görevlendirildi ve 10 yıl kürsü başkanlığını yürüttü. Shakespeare hakkında verdiği açılış dersi büyük yankı uyandırdı.

1950 yılında Demokrat Parti listesinden İzmir milletvekili olarak TBMM’ye girdi ve bağımsız milletvekili olarak görev aldı. 5 Ocak 1954 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde Siyasi Vedaname başlıklı bir yazı yayımlayarak bu görevinden ayrıldı ve tekrar üniversitede görev aldı. 1955′te eşi Adnan Bey’in kaybı ile sarsıldı.

Halide Edip Adıvar, 9 Ocak 1964 yılında İstanbul’da 82 yaşındayken böbrek yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. Cenazesi, İstanbul Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi.

Tatarcık


halide-edip-adivarÖzet

Osman Kaptan ve Lalezar Hanım’ın tek kızı olan Tatarcık lakaplı La-le, ailesiyle beraber Boğaz’ın Karadeniz’e bakan yamacındaki Poyraz köyünde yaşamlarını sürdürmektedir. Toplum tarafından pek sevilme-yen baba, Tatarcık on üç yaşında iken vefat eder.

Babasız kalan Ta-tarcık, insanlardan uzaklaşıp içine kapanır. Köyde dışlanan Tatarcık, buna tepki olarak okuyup İngilizce öğretmeni olur. Maddî durumu dü-zelince bulunduğu toplumda farklı bir yaşantı sürecine girer. Aslında liseyi bitirdikten sonra aldığı bisikletle toplum nezdinde yadırganma-ya başlamıştır. Eskiden konaklara ve yalılara sahip olan bazı İstan-bullular, Cumhuriyet devrindeki sosyal değişmelere ayak uydurama-dıkları için, eski konaklarını ve yalılarını satarak gözden uzak olan bu sahil köyüne yerleşirler.

Köye sonradan yerleşen bu gruba İngilizce ders veren Tatarcık, bisikletiyle geçtiği yolu kapatan Kör İsmail’le tartışır. Tatarcık, kendisine takılmak isteyen Kübik Palas’ın sahibi Sungur Baltayı da köylülerin gözü önünde paylar. Köylüler, genç kızlar ve ev hanımları tarafından eş olmaya uygun görülmeyen Tatarcık, çeşitli kıskançlıklara ve engellere rağmen, duygularında samimi olan Recep’le nişanlanır.

Yılı: 1938, 1939

kaynak:http://www.halideedipadivar.com/

 
 
Share |
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol