Nihal Atsız
 
Nihal Atsız ( 1905)- (11.12.1975)
Atsız'ın kitaplarına büyük ilgi



Büyük Türk yazarı Nihal Atsız'ın bütün kitapları Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanıyor. Uzun yıllar dağıtım engelleri sebebiyle ulaşılamayan Atsız'ın kitapları, artık bütün kitapçılardan temin edilebilecek.





Hüseyin Nihal Atsız* (İstanbul 12 Ocak 1905- 11 Aralık 1975):

Türk şairi, tarihçisi ve düşünürü. Babası, Torullu Deniz Makine Önyüzbaşısı
Hüseyin Efendi'nin oğlu Deniz Bnb. Mehmet Nâil Bey, annesi, Trabzonlu
Kadıoğlu ailesinden Deniz Yarb. Osman Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır.

İlk ve orta öğrenimini Kadıköy'deki Fransız ve Alman okullarında, babasının
Kızıldeniz'deki görevinden ötürü bulundukları Süveyş'teki bir Fransız
okulunda, Kasımpaşa'daki Cezayirli Gazi Hasan Paşa Mektebi ile
Haydarpaşa'daki Osmanlı İttihad Mekte-bi'nde, Kadıköy ve İstanbul
Sultânilerinde gördü. 1922'de imtihanla Askerî Tıbbiye Mektebi'ne girdi.
Ziya Gökalp'ın cenaze töre-ninin yapıldığı gün sınıfında çıkan bir kavga
sonucunda Tıbbiye üçüncü sınıf öğrencisiyken alaya çıkarıldı. Bir süre
Kabataş Lise-si'nde yardımcı öğretmen ve "Mahmud Şevket Paşa" vapurunda
kâtip olarak çalıştı.

1926'da "Anadolu'da Türkler'e ait yer isimleri" başlıklı makalesinin *Türkiyat
Mecmuası*'nda yayımlanması, Edebiyat Fakülte-si'ne girmesine vesile
olmuştur. Taşkışla'da Piyade eri olarak dokuz aylık askerî hizmetini yaptı.
1927 Ekiminde Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydoldu ve 1930'da Edebiyat
Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı fakültede Prof. Fuad Köprülü'nün asistanı
olarak kaldı. Bu sırada aylık *Atsız Mecmua*'yı yayımlamaya başladı (15
Mayıs 1931- 25 Eylül 1932, 17 sayı).

1932 yılında toplanan Türk Tarih Kurultayı'nda, Zeki Velidî Togan ile ilgili
olarak Dr. Reşid Galib'e bir protesto telgrafı çekti. Reşid Galib Maarif
Vekili olunca 13 Mart 1933'te asistanlıktan alındı. Malatya Ortaokulu'na
Türkçe, bir müddet sonra da Edirne Erkek Lisesi'ne Edebiyat öğretmeni olarak
sürgün edildi. Burada *Orhun Dergisi*'ni çıkarmaya başladı (5 Kasım 1933- 16
Temmuz 1934, 9 sayı). Liselerde okutulan tarih kitaplarının ilmî hatalarını
tenkit ettiğinden, 28 Aralık 1933'te Bakanlık emrine alındı ve dergisi
hükümetçe kapatıldı. 9 Eylül 1934'te Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'nda
Türkçe, ayrıca Özel Yüce Ülkü Lisesi'nde Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği
yaptı. 1939-1944 yıllarında Boğaziçi Lisesi'nde Edebiyat okuttu. Yeniden
çıkarttığı *Orhun Dergisi*'nde (Mart ve Nisan 1944) Başbakan Şükrü
Saraçoğlu'na, Türkiye'deki komünist faaliyetlerini iki açık mektupla
bildirmesi, bütün yurtta büyük yankılar uyandırdı. Açık mektuplardan
ikincisinde istifaya çağrılan Maarif Vekili Hasan Âlî Yücel, 7 Nisan 1944'te
onun özel lisedeki öğretmenliğine de son vermiştir. "Vatan haini" dediği
Sabahattin Ali'ye Ankara'da kendisi aleyhine açtırılan davanın görüşülmesi
sırasında (3 Mayıs 1944), Türk gençliği Atsız lehinde ve komünistler
aleyhinde büyük gösteriler yaptı.

O gün Ankara'da ve yurdun çeşitli bölgelerinde yapılan tutuklamalar,
Irkçılık-Turancılık davası adı takılmış bir davanın, İstanbul 1 Numaralı
Sıkıyönetim Mahkemesi'nde aylarca görüşülmesine yol açtı. Üniversite
profesörü, doktor, öğretmen, subay ve üniversite öğrencilerinden ibaret 23
sanık, önce çeşitli işkencelere uğratıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü
yargılanmaya başlamışlardır. 29 Mart 1945 günü açıklanan kararda altı buçuk
yıla mahkûm edilen H. N. Atsız, bir buçuk yıl tutuklu kaldıktan sonra, 23
Ekim 1945'te Askerî Yargıtay'ın bozma kararı ile tahliye olmuştur. 5 Ağustos
1946'da 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahke-mesi'nde yeniden tutuksuz yargılandı.
Mahkeme 31 Mart 1947'de bütün sanıkların beraatine karar verdi. 4 yıl resmî
görev alamayan H.N. Atsız, 25 Temmuz 1949'da Süleymaniye Kütüphanesi'nde
görevlendirildi. 21 Eylül 1950-13 Mayıs 1952'ye kadar Haydarpaşa Lisesi'nde
Edebiyat öğretmenliği yaptı. Ankara'da verdiği "Devletimizin Kuruluşu"
konulu bir konferans sebebiyle tekrar Süleymaniye Kütüphanesi'ne alındı ve
Nisan 1969'da kendi isteği ile emekliye ayrıldı.

AP İktidarı sırasında 1967'de *Ötüken* dergisinde Güneydoğu'da yapılan
komünist bölücülük propagandaları hakkındaki yazılarından dolayı dönemin
komünist propagandasının etkisinde kalan yöneticilerinin baskısıyla
mahkemeye verilmiş, 7 yıla yakın bir süre devam eden bir mahkeme safahatı
sonunda derginin sorumlu müdürü M. Kayabek ile birlikte 15'er ay hapse
mahkûm edilmişler; bu karar Temyiz'den dönmesine rağmen mahkeme, baskılar
sebebiyle kararında ısrar edince cezaevine girmişlerdir. Kendisinin
muhalefetine rağmen, dostları tarafından rahatsızlığı öne sürülerek
Cumhurbaşkanı Korutürk'ten affı istenmiş; ve cezaevinden böylelikle
çıkabilmiştir (1974). Esasen rahatsız olan Atsız Bey 11 Aralık 1975
tarihinde kalp krizinden vefat etmiş ve 13 Aralık'ta Kurban Bayramı'nın
birinci gününde Kadıköy Osmanağa Camii'nde "*er kişi niyetine*" kılınan
ikindi namazını müteakip Karacaahmet'te ebedî istirahatgâhına
defnedilmiştir.

İbnü'l Emin Mahmud Kemal (*Son Asır Türk Şairleri*, s.1235-1237); Atsız'ı,
"Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan" bir yazar olarak
tarif etmiştir. Çıkardığı dergilerden başka, varsağı ve koşma tarzındaki
şiirleri, tarihî romanları, tarihî, edebî incelemeleri ve tenkitleri ile
ilim, fikir ve sanat sahasında geniş tesir yaratan birçok eser verdi. *Türk
Ansiklopedisi*'ne de tarihî ve edebî konularda makaleler yazdı.

Başlıca eserleri: * Çanakkale'ye Yürüyüş (1933); Edirneli Nazmi'nin Eseri ve
Eserin Türk Dili Bakımından Ehemmiyeti (1934); Komünist Don Kişotu,
Proleter-Burjuva Nazım Hikmetof Yoldaş'a (1935); Türk Tarihi Üzerinde
Toplamalar (1935); Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi (1939);
900. Yıldönümü (1940); Dalkavuklar Gecesi (roman, 1941); Türk Edebiyat
Tarihi (2. Bas. 1943); Müneccimbaşı Şeyh Ahmet Dede Efendi (1940); En Sinsi
Tehlike (1934); Bozkurtların Ölümü (roman, 1946); Behcetü't-tevârih (1949);
Ahmedî'nin Dâsitan ve Tevârih-i Mülûk-i Âl-i Osman'ı (1949); Bozkurtlar
Diriliyor (roman, 1949); Türk Ülküsü (1956); Z Vitamini (1959); Osmanlı
Tarihine âid Takvimler I (1961); Osman'ın Tevârih-i Cedid-i Mir'ât-ı Cihân'ı
(1961); Yolların Sonu (şiirler, 3. Bas. 1966); Birgili Mehmed Efendi
Bibliyografyası (1966); Türk Tarihinde Mes'eleler (1966); İstanbul
Kütüphane-lerine Göre Ebussuûd Bibliyografyası (1967); Âli Bibliyografyası
(1968); Deli Kurt (roman, 1958); Âşıkpaşaoğlu Tarihi (1970); Evliya Çelebi
Seyahatnamesinden Seçmeler, 2 c. (1971), Ruh Adam (roman, 1972), Oruç Beğ Tarihi (1973).



Hüseyin Nihal Atsız 1905 yılında İstanbul'da doğdu. Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1930).Edebiyat öğretmenliği ve kütüphanecilik yaptı. Türk milliyetçiliğine gönül verdi, Atsız Mecmua, Orkun ve Ötüken dergilerini yayınladı. Şiirleri, romanları, araştırmaları ve Osmanlı Türçesinden sadeleştirmeleri yayınlanmıştır. 11 Aralık 1975 tarihinde vefat etti, kabri Karacaahmet Mezarlığındadır.Nihal Atsız, yazar Necdet Sançar'ın da ağabeyi, Yağmur ve Buğra Atsız'ın babasıdır.

ESERLERİ (bazı):Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Ruh Adam(roman),Yolların Sonu (şiir), Edirneli Nazmi, Türk Tarihi Üzerine Toplamalar, Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Ülküsü,Osmanlı Tarihine Ait Takvimler, Türk Tarihinde Meseleler, Kemalpaşaoğlu, Birgili Mehmet Efendi, Ebussud ve Ali bibliyografyaları.




HAKKINDA YAZILANLAR

1.Atsız Armağan'ı, Ötüken Y., İstanbul 1976
2.Nihal Atsız, Sakin Öner, Toker Y., İstanbul 1977

x
Nihal Atsız'dan Kalan
Yağmur Atsız
Radikal 14 Aralık 2006

11 Aralık, Atsız'ın 31. Ölüm Yıldönümü. Pazartesi günü, her yıl olduğu gibi, yine ona dâir yazılar yayımlanıp, anma törenleri düzenlendi. Onun ne kadar eşsiz bir insan olduğu anlatıldı. Tıpkı on yıllardır olduğu gibi... Ancak, yine on yıllardır olduğu gibi, bütün bu yazılar, şiirler, övgüler ve kutsamalar muhtemelen bu sefer de yoğun bir duygusallık ve şark-kârî bir hamâset edebiyâtı sınırlarını pek aşmadı, aşamaz. Oysa gönül isterdi ki bu doksandokuzluk tesbih misâli 30 yıldır tekrârından özellikle genç nesillere usanç gelen, fakat 'Aman cehâletimiz meydana cıkmasın!' endîşesiyle kimsenin açıkça söylemeye cesâret edemediği 'Atsız çok büyük Adamdı, çook, çokkk!' âyinleri tedrîcen yerlerini 'Peki, ama neden?' suâline bırakmış olsun. Yâni meselâ yine o belirli kesimlerin göklere çıkarmakdan yorulmadığı, lâkin tamâmına yakın bölümünün zahmet edip de iki satırını okumadığı Peyâmi Sefâ'nın ifâdesiyle 'şiir devrinden şuur devrine' nihâyet geçmiş bulunalım. En yakınlarından biri sıfatıyla şunu iddia edebilirim ki bugün Türkiye'de adı en fazla bilinip de kim olduğu en az bilinen şahısların bir listesi çıkarılsa Atsız bu listenin bir ihtimâl başında yer alır. Bilenlerin kısm-ı âzamı da aşağı yukarı sâdece 'Bozkurtların Ölümü' adlı romanını bilir. Toplam dört romanı vardır, 'Öbürlerini say!' deseniz onu dahî beceren az bulunur.
Garibdir ki Atsız hakkındaki en dişe dokunur incelemeler onun hayranları tarafından değil politik yelpâzenin sol kanadında duran araştırmacı ve bilim adamlarınca kaleme alınmışdır. Meselâ "Toplum ve Bilim" Dergisi'nde Cenk Saraçoğlu'nun uzun incelemesi gibi. Yâhut İletişim Yayınları 'Modern Türkiye'de Siyâsî Düşünce' dev dizisinin 4. Cildi "Milliyetçilik"deki gibi... Bunun bildiğim yegâne istisnâsı, kanaatimce yaşayan olumlu mânâdaki en büyük Türk Milliyetçisi olan Târihçi Ağabeyim Yılmaz Öztuna'dır. Zâten aralarındaki büyük yaş farkına rağmen Rahmetli Prof. Muharrem Ergin'le berâber Atsız'ın en yakın iki arkadaşı ve sırdaşıydılar.

Atsız neden önemli?

Benim bunca yıl sonra ansızın Atsız'ı tematize etmem bir heves sonucu değil. Hidâyete filan da ermiş değilim. Ne var ki zarûret görüyorum. Türkiye son zamanlarda gitgide kabarma ve azma istîdâdı gösteren haşîn, mütecâviz ve dış dünyâyla en câhilâne tarzda kanlı-bıçaklı bir milliyetçi ve (artık ne demekse!!!) 'ulusalcı' dalganın etki alanı içine girme tehlikesine mâruz. Sâdece dış dünyâ bakımından değil ülke içinde de mecâzî bağlamda bir boğazlaşma ortamı doğuyor. Bu arada Atsız da her eline geçirenin kötüye kullandığı bir tür "çok amaçlı silah"a dönüştürülüyor. 'Kafatasçılık' iddiası bu sû-i istîmâlin en bâriz örneklerinden biridir. Bakınız ölümünden on ay önce, 1970 Şubatı'nda yayınlanmış olan 'Türkçülük ve Siyâset' başlıklı yazısında ne diyor: "Kafatasçılığın ise Türkçülükle uzak yakın hiçbir ilgisi ve ilişiği yoktur."

Atsız'ın 'ırkçılık' anlayışı da Hitler Irkçılığı ile mukayese edilemez. Irkçılığın her türlüsüne karşı hayâtı boyunca var gücüyle mücâdele etmiş bir insan olarak bu farkı belirtmeyi de bir entelektüel hakkâniyet gereği telakkıy ederim. Yine aynı yazıdan: "Türkler ise, Türk soyundan gelmişler kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beyninde hiçbir yabancı ırk düşüncesi bulunmayan fertlerin topluluğudur."

Yukarıda sözünü etdiğim 'Milliyetçilik' adlı 1022 sayfalık cildde Araştırmacı Güven Bakırezer'den şu satırlar var: "Atsız kan bağını mutlak bir saflık olarak aramayıp (./.) anası Türk olmayan Osmanlı Pâdişahlarını, Babası Arnavut olan Mehmed Âkif'i Türklük kadrosundan çıkarmamıştır.

Ayrıca kan bağını tahlîlin olanaksız olduğunu reddetmez." Lütfen yanlış anlaşılmasın! Irkçı değildi demiyorum. Ancak i'lerin üzerindeki noktaları koyuyorum. Şahsen ırkçılığın her türlüsüne şiddetle karşı olduğumu da hayâtım boyunca saklamadım.
Ama yine de önemli bir adamdı Atsız!!!

Bunun sebeblerini Yılmaz Öztuna şöyle açıklıyor:
"Atsız Türk Milliyetçiliği'nin TÜRKÇÜLÜK denen Ziyâ Gökalp Ekolü'nü kudretle devâm ettirmiş büyük bir fikir adamı, târih edebiyat, dil bilginidir. Atatürk Gökalp'ın tekliflerinin çoğunu uygulamıştır.
Türkeş Atsız'ın yetiştirdiği bir liderdir. Atsız olmasaydı Türkeş'in ortaya çıkması kesinlikle mümkün değildi. Ancak Türkeş Türk Milliyetçiliği'nin ÜLKÜCÜLÜK denen aksiyona dönük ekolünün kurucusudur. Zamanla Atsız Milliyetçiliği'nde bulunmayan dînî motifleri de benimsedi." ("Türkiye", 4 Kasım 2005)

Şunu söylemek istiyorum ki Atsız değerlendirilirken ona kendisinde bulunmayan birtakım vasıflar izâfe ve mevcud birtakım husûsiyetlerini de hasıraltı etmek, eğer cehâletden ileri gelmiyorsa, dürüstçe bir davranış değildir.

Her devrin menkubu

İster haklı ister haksız en keskin karakter özelliklerinden biri dürüstlük olan bir fikir adamına karşı bu husûsu belirtmeyi bir borç bildim. Tekrâr ediyorum, târihen belki haklı olmasa bile bu dürüstlük Atsız'da öylesine sarsılmaz bir karakter özelliğiydi ki bu yüzden ömrü boyunca kendi devletiyle mütemâdiyen problemli yaşadı:
Osmanlı'nın son demlerinde çocuk denecek yaşda bir Tıbbiye-i Şâhâne talebesiyken hapse atıldı. Atatürk Devri'nde sürgün edildi. Millî Şef İnönü Devri'nde yine hapse atıldı. Menderes Devri'nde meslekden men cezâsı aldı ve nihâyet ikinci çok partili yıllarda 68'ine girerken tekrar hapse de girdi.

O yüzdendir ki kartvizitinde 'Her devrin menkûbu' ibâresi vardı. Menkûb, gözden düşmüş demekdir.

Ben Atsız'ın fikirlerinden pek çoğuna katılmam ve bâzılarına da muârızım ama entellektüel tavrına da her zaman derin saygı beslemişimdir. Peki, ben neyim?

Bu bağlamda benim ne olduğumu da yine Yılmaz Öztuna'nın kaleminden aktarmak istiyorum: "Yahyâ Kemâl, çok saydığı Gökalp'tan esaslı şekilde ayrılan, Gökalp gibi köye ve folklora değil, kente ve yüksek kültüre yönelen ve Osmanlı'dan kopmak şöyle dursun bilakis onu geliştiren bir milliyetçiliği telkin ve terennüm etti. Türkiye'nin geleceğini aydınlatabilecek milliyetçilik Yahyâ Kemâl'in anlattığı gibidir. Yağmur Atsız da, babasının emsâlsiz ve çok büyük târihî misyonunu belirtmekle berâber, Yahyâ Kemâl Milliyetçiliği'ni, savunuyor."

Bu satırları hassaten buraya aldım ki kerâmeti kendinden menkûl bâzı "psikanalistler"(!) yine ipe sapa gelmez hazin netîcelere varmasınlar...
Atsız bizi atının terkisine alarak Karakurum'a bir ok atımı mesâfedeki bir ulu otağın önünde indirdikten sonra 'Bundan sonra başınızın çâresine kendiniz bakın!' diyen ve biz orada biraz şaşkın ve biraz çâresiz kalakalırken altındaki küheylânı mahmuzlayıp dörtnala Tanrıdağı'na doğru gözden kaybolan adamdır.
 
 
Share |
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol